Hayaller ve Gerçekler..
İlkbahar, yaz, sonbahar, kış..
Gerçeklerden kaçabildiğin kadar kaç. Hepimiz gözlerimizi kapadığımızda bir rüyaya dalar gideriz, ömrümüz bu dört mevsimin hangi evresinde olursa olsun beynimizin hayal üretme merkezi tıkır tıkır kusursuzca işler. Taa ki makine durana kadar.
İnsanoğlu adeta bir hayal makinesidir, durmadan kurar, düşünür, yine kurar. Umudu hiç bitmez. Peki ya yaptıklarımız ve yaşadıklarımız? İşte o çok farklıdır, nasıl olduğunu anlamadan yapmış oluruz, farkında olmadan yaşamış oluruz, bazen hiç istemediğimiz gibi, bazen kurduğumuzdan da öte.
Bizler kurduklarımızı akıl süzgecinden geçirip eylemlerimiz ile ortaya dökünce çıkan sonuçtur hayallerimizin ürünü. Ve bu üründür bizi ihya eden, yada felaketlere sürükleyen.
Toplumları şekillendirmek için öne çıkan bireyler genelde hayalperest olarak adlandırılırlar, oysa ki hayal kurmak yaratıcılıktır, icat çıkarmaktır. Değişim istemeyen toplumlar ikaz eder “icat çıkarma” der. Bizler büyüklerimizin sözünü dinlemek zorundayız (dır). Evde anne baba, okulda öğretmen, mahallede abilerimiz ablalarımız sürekli ikaz eder. Etrafımız adeta trafiğin yoğun işlediği bir otoban gibidir, sürekli uyarı uyarı uyarı.. Çünkü hayal kurup icat çıkarmamalıyız.
Bu şekilde olunca insan icraatlarıyla toplumsal felaketlere yol açanları düşünmeden edemiyor. Örneğin zorla yönetimi elinde tutan diktatörler? örneğin, “seçtiğimiz” yönetici tayfası? Acaba onlar çok mu fazla hayal kurdular da bu felaketleri yaşıyor dünyamız (insanlığımız), yoksa icat çıkarma diye hiç uyarı almadılar mı? Bu konu belki tartışmaya açık fakat ortada bir gerçek var ki, onlarda hayal kurabilen insanlar. Öyleyse insanlığı yok edip, tarihe kara sayfalar eklemek nasıl bir hayal gücünün ürünüdür? Bunun tam cevabını asla bilemeyeceğiz sanırım.
Bugün gerek ülkemiz gerek dünya genelinde insanlığımızdan utanacağımız manzaralar yaşanıyor, yaşatılıyor. Bizler yüzyıllardır aşamadığımız cehaletin tutsağı olmuş, birbirimizi yok etmek için sıraya giriyoruz. Cinnet halinde bir dünya manzarasını el birliği ile yaratıp seyrediyoruz taa ki ucu bize dokunana kadar. Bize dokununca o cehaletin bir parçası olup, dokunanı yok etmeye çalışıyoruz.
Egolarımız ve güçlü hormonlarımız hayal gücümüzü yenip kontrolü altına alıyor maalesef. Saf ve temiz bir çocuktan bir katil çıkıyor ortaya. Bunu bazen ailemiz, bazen toplumsal çevremiz, bazende içinde bulunduğumuz ruhsal durumumuz tetikliyor. Oysa iyiliği bulup güzel olanı yaratan ile ortalığı kan deryasına çevirip toplumları yok eden aynı insanoğlu.
İyiyi de kötüyü de toplumlar kendisi çağırır diye düşünüyorum. Yakaladığımız fırsatları, kullandığımız demokratik mekanizmaları sağlıklı değerlendirebilirsek, daha iyi bir dünya mümkün. Eğitimin görevi insanlığımızı taçlandırmak olmalı. Aile, okul ve çevre her şeyden önce sağlıklı, saygılı, yaratıcı ve doğru bireyler olmayı öğretmeli. Yürekli ve güzel insanlar, masum hayallerini toplumlar için kötü kabuslara dönüştürmemeli. Bizler toplumun bireyleri, öngörülü davranıp kötüyü değil, iyiyi seçmesini bilmeliyiz. Farklılıkları anlayışla karşılamalı, temel insan haklarına saygılı olmalıyız. Özgürlük ve demokrasi sınırımız, bir başkasının özgürlüğünün başladığı yer olmalı. Farkında olan bireyler olursak, kendi dışımızdakileri görür ve anlayışla karşılayıp, saygı gösteririz. Buna katlettiğimiz doğa ve yerinden yurdundan ettiğimiz hayvanlar dahil.
Bir şey kötüyse değiştirilmeli. Tıpkı evimizdeki çalışmayan, damlatan musluk gibi.
Bizler bu değişim iradesini gösterip, güzel hayal kuran insanları öne çıkarmazsak, toplumsal bir kabusu hep beraber yaşamaya mahkumuz demektir. İnsanlığa inancımızı hiç bir zaman yitirmeden güzel hayaller kurmaya devam etmek zorundayız.
Ancak o zaman insanlığın hayalini gerçekleştirmiş oluruz.
Saygılarımla…