Son Halife…
Yazının başlığı “Son Halife” yazımın başında söylediğim, Osmanlı’da bir makamdır. Öylesine önemli bir makamdır ki, sadece bu makama Osmanlı padişahları oturabilir. Çünkü bu makam tüm İslam alemini temsil eder.
Son İslam Halife’si Abdülhamit Han’dır. Yere göğe sığdıramayız! Atatürk hilafeti ve halifeliği kaldırmıştır. İsteseydi, bu yüce makamı kaldırmaz, kendisini Halife ilan ederdi. Bir engel mi vardı önünde? Yoktu tabi ki… Ama istemedi ve yıllarca Atatürk gibi bir devlet adamına yobaz dediler, dinsiz dediler, put Peres dediler. Bunların olacağını Atatürk elbette biliyordu.
Bütün bu risklere rağmen, halifeliği kaldırmak her devlet adamının gösterebileceği bir cesaret değildir. Atatürk gerçekleri ve tehlikeleri önceden görebilen bir devlet adamıdır. Osmanlı devleti gibi yedi cihana hükmeden bir imparatorluğun çökmesine neden olan, etkenlerin başında din ile devlet işlerinin ayrı olmamasının büyük bir etkisi olduğunu görmesidir.
Din ve devlet işlerinin ayrılması bu açıdan çok önemli olsa da asıl Osmanlı imparatorluğunun sonunu getiren en önemli etken, soydaşa olan güvensizliktir. Şimdi şu satırlardan sonra yazacaklarıma birçoğunuz, “hadi ya böyle bir şey mümkün değildir” diyeceksiniz. Ben yazayım okuyun ama okuyunca bir çoğunuz şöyle diyecek biliyorum; Osmanlı düşmanı diyeceksiniz. Ama bunu demeden önce, tarih kitaplarını okuyunuz. Okuduktan sonrada aynı fikirde olursanız teşekkür edersiniz.
Tarih okumadan, araştırmadan bana “Osmanlı düşmanı” demeniz size bir şey kazandırmaz. Yazımda eksik olan yanlış olan bölümler var ise yanlış olan hatalarım için yorum yaparsanız, yorumlarınızla hem benim eksiklerimi hem de hatalarımı düzeltmiş olursunuz. Sizce küfür etmek mi güzel yoksa hataları düzeltmek mi güzel?
Tabi ki karar sizin yukarıda söylediğim gibi Osmanlı imparatorluğunu asıl çöküşe götüren en büyük etken soydaşa güvensizliktir. Devlet yönetimini ara arada olsa, gayri Müslimlere verirsen, hele hele cihan devleti yönetiyorsan, bu büyük bir hata olur.
Osmanlı’nın Yabancı Devlet Yöneticileri
Hariciye nazırı 1878/79 arası, Aleksandros Karatodori, 1879/80 Gabriel Noradunkyan ara ara iler ki zamanlarda bu kişiler tekrar tekrar göreve gelmiştir. Hazine nazırı 1876/1891 Agop Kazazyan Paşa, 1891/1897 Mikail Portakalyan, 1897/1908 Sakızlı Ohannes Paşa Osmanlı hazinesine hükmeden isimler.
Maliye nazırına bakalım
Hazine nazırlığı da yapan çok değerli Agop Kazazyan 1885/1888 arası iki yıl ara tekrar 1891 yine Agop efendi o kadar değerli ki hem hazineye hem de maliyeye bakmış. Bu makamlar bir devletin can damarları değil midir?
Ayan üyelerine bir bakalım
ayan üyesi demek bir nevi Meclis üyesi demek yanılmıyorsam 27 üye olacak bunlarında yüzde ellisi Ermeni ve Rum kökenli yine de aydınlanma açısından bir kaç isim yazayım. Bohor efendi, Gabriyel efendi, Popaviç efendi, Davicon efendi gibi dönem dönem yüzlerce isim yazabilirim. Ama o kadar çok ki sizleri sıkmamak adına kısa tutuyorum.
Dönem dönem elçilere bakıldığında durum yine bu şekilde örnek olarak Gobdan efendi, Atina Azaryan efendi, Belgrad Yanko efendi, Lahey Karatodri efendi Brüksel bunun gibi Roma, Londra Sofya, Viyana, Washington gibi önemli noktalardaki Osmanlı büyük elçileri. Yorumu sizlere bırakıyorum.
Bir de dikkatimi çeken Abdülhamit zamanında çok el üstünde tutulan Babıali Hukuk müşaviri Gabriyel efendi bu çok değerli zat, ikinci dünya savaşından sonra düzenlenen Paris konferansında Ermeni’ler adına toprak talep etmiş. O konferansa ermeliler adına katılmıştır. Hukukunda, maliyende, hazinende soydaşa değil de Ermeni’ye güvenirsen, düşersen; karşına geçer toprakta ister canda ister! Fırsatını bulursa da namusunu da ister.
İsteyende mi suç, yoksa buna imkan verende mi? Yorumu sizlere bırakıyorum. Zamanın valileri de böyle Gavril paşa, Aleko efendi, Hristoic efendi daha bunun gibi nice gayri müslimler yok muydu? Osmanlı imparatorluğunda soydaşın elbette ki vardı. Şimdi bu yazımı okuyan peşin hüküm veren arkadaşlara söylüyorum; eminim ki bana Osmanlı düşmanı diyeceksiniz, şundan emin olun ki ben asla Osmanlı düşmanı değilim.
Olmam da çünkü Osmanlı benim ecdadım, Atam. Bu yazımdaki amaç geçmişten ders almak, aynı hatalara düşmemek. Küfür etmek, peşin yargılı olmak, bizlere bir şey kazandırmaz. Karşıt görüşlü olabiliriz. Önemli olan ülkemiz için görüşlerimizi tartışıp, ortak bir yol bulmaktır.
Şunu çok iyi anlamalısınız ki hepimiz aynı gemideyiz. Örnek olarak son bir noktaya değinmek istiyorum; ben Mustafa Kemal paşayı yani Atatürk’ü çok severim. Sen Abdülhamit hanı çok seversin saygı duyarım. Ama sen de benim sevdiğime saygı duymalısın ki Vatan için ülke için ortak bir yol bulalım.
Aşağıdaki fotoğraf, bir emsaldir aslında. Gayri müslim olan nazırlar küçük yaşlarda eğitilip, devlet yöneticisi oluyordu. Bunu Osmanlı’nın kendi vatandaşlarında uygulasalardı, tablo tam tersi olmaz mıydı?
“Devşirmelere yani Ermeni’ye Rum’a Yahudi’ye verdiğimiz eğitimi makamı, soydaşa verseydik halen cihan devleti olurduk!”
Yazımı biraz uzun tutmuşsam sizleri sıktıysam, peşin peşin özür diliyorum esen kalın.