Dil’in Tarihi Ve Gelişimi
Dil = İşaretler Sistemi
19. yüzyıl ortalarında Amerikalı konuşma terapisti Alexander Melville Bell, konuşmayı kaydetmeye yarayan bir işaretler sistemi geliştirdi. Amacı işitme engelli öğrencilerin anlaşılır şekilde konuşabilmeyi öğrenmelerini sağlamaktı. Sistemin sembolleri İngiliz alfabesine hiç benzemiyor, dil, dudaklar, diş vb. mafsallı konuşma organlarının pozisyonlarını gösteren temsili resimlerden oluşuyordu.
Örneğin, sola eğimli tüm semboller, dilin gerisiyle telaffuz edilen sessizleri temsil ediyordu. Bell geliştirdiği sistemi 1867’de, Visible Speech: The Science of Universal Alphabetics (Görsel Konuşma: Evrensel Alfabe bilimi) adıyla yayımladı. Halka hitaben yaptığı konuşmalarda izleyiciler arasından, tercihen bilinmeyen bir lehçeyi konuşan birini çağırır, ondan içinden geldiği gibi birkaç sözcük söylemesini isterdi. Ardından bu sözcükleri kağıda döker ve (ileride telefonla ünlenecek olan) Alexander Graham Bell’i yanına çağırırdı. Sözcükleri önceden duymamış olan oğlundan işaret sistemiyle yazdığı kelimeleri okumasını isterdi. Bunun üzerine konuşmacının orjinal telaffuzu ile oğlunun taklidi karşılaştırılırdı.
Yazılı Dil İle Konuşma Dili Arasındaki Temel Farklar
Konuşma, frekansı, yüksekliği ve tonlaması sürekli değişen bir akıştır. Örneğin, “kedi” diyen birinin ses kaydını iki sesi iki de sessiz harfine (olabildiğince) ayrıştırabilirsek ve sonra onları tersine çevirsek, duyacağımız şey “idek” değil, anlaşılmaz bir şey olurdu. Normal bir konuşmada kullandığımız sözcüklerin yarıdan fazlasını tek başlarına duyabilsek tanıyamazdık çünkü konuşma içinde son derece hızlı ve resmi söylenişlerden farklı olarak kullanılırlar.
Yazının görünür, konuşmanın görünmez olmasının dışında, yazılı dil ile konuşma dili arasındaki temel farklılıklar nelerdir? Farklılıkların en önemlisi yazılı bir pasajın doğal olarak, ister bir alfabenin harfleri olsun, ister Çin karakterleri ya da Mısır hiyeroglifleri, kendisini oluşturan sembollere ayrıştırılabilmesidir. Oysa aynı şey konuşma pasajı için geçerli değildir. Elbette dili, ünsüzlere, ünlülere ve hecelere ayrıştırırız ve dilbilimciler de fonem (sesbirim) ve morfem (biçimbirim) gibi, söze dökülen “atomlar ve moleküller” den çok kategoriler yaratırlar ama bu ayrımlar daima yapaydır ve asla kesişmelerden bağımsız değildir.
Dilblimci Steven Pinker, The Language Instinct (Dil içgüdüsü) adlı kitapta, “Dil yumuşak ağız ve gırtlak eti tarafından bükülerek tıslamalara ve mırıldanmalara dönüştürülmüş bir nefes nehridir” diyor. Bugün çoğu yazın sisteminde yer alan kelimeler arasındaki beyaz boşluklar, normal konuşmada yoktur. Zihnimizde bu tür boşluklar olduğunu hayal etsek de yabancı dildeki bir konuşmayı dinlediğimizde, yanılgımız ortaya çıkar.
Konuşulan her dilin, tam anlamıyla sonsuz bir olası sesler aralığı içinden seçilmişi kendine özgü bir ses gamı vardır. Tüm yazım türleri söylenişteki doğruluk ile zihinsel anlaşılabilirlik arasında uyum sağlamalıdır.