Ne Kadar Kültür Ne Kadar Eğitim?
Üçüncü Dünya Ülkelerinde Eğitim
Çağdaşlaşma, saf anlamıyla ekonomik alanın sınırlarını büyük ölçüde aşmakta ve halkın bütünü için gerekli bilgilerin edinilmesi sorununu ortaya çıkarmaktadır. Gerçekten de bu ülkeler, gelişmelerini başarmak için her şeyden önce okula bel bağlamaktadırlar. Ailelere gelince, toplumsal yükseliş (veya daha basit bir ifadeyle içinde bulundukları sefalet durumundan kurtuluş) umutları, aile üyelerinden birinin öğrenimde sağlayacağı başarıya bağlı olmaktadır.
Dolayısıyla eğitim, ekonomik yükselmenin bir aracı olarak düşünülmüş ve geleneksel eğitimle fiilen yarışma, hatta çatışma içine girmiştir. Gelenekle çağdaşlık arasında aşırı çatışmaları bertaraf etmek için devletlerin, eğitim sistemlerinden istediği, hem Batılı toplumlarda gerçekleşmiş bilimsel ve teknik ilerlemeyi olabildiğince yayması, hem de bunun altında yatan sosyo-kültürel sistemi sınırlarından içeriye sokmamasıdır.
Bu iki hedef arasında bölünmüş olan öğretim, çoğu zaman, insanların kişiliğinin büsbütün parçalanmasına, geleneksel manevi değerlerle Batı kökenli bilgi arasında taşkına dönmesine neden olmaktadır. Geleneksel toplumdan kopartılmış, çoğu zaman aşırı ölçüde biçimci olan okul, öğrencinin en azından öğrenciliği boyunca yaşamayı sürdürdüğü ortama yabancı bilgiler aktarmaktadır.
Batılı Modele Uygun Bilgi
Birçok Müslüman ülke, geleneksel değerlere saygı ile Batılı modele uygun bilgi arasındaki bu uzlaşmayı reddetmekte ve dış katkılara kapalı geleneksel bir okul fikrini savunmaktadır. İran örneği, hiç kuşkusuz en aşırısı olmakla birlikte, diğer Müslüman ülkelerin birçoğunun karşı karşıya kaldığı sorunları oldukça iyi dile getirmektedir. İran’da 1979’da iktidarı ele geçiren rejim, 1989’da toplam 50 milyona varan nüfusun, okuma-yazma bilmeyen yaklaşık yüzde 44’ü için bir okuma-yazma seferberliği başlattı.
Öğretme Kampanyası
Okuma-yazma öğretme kampanyası, yalnızca okumanın ve yazmanın öğretilmesiyle sınırlı değildi. Söz konusu olan, daha geniş bir biçimde, Şah dönemi boyunca yayılmış olan Batı kültürünün yerine, kesinlikle zararlı sayılan her türlü dış etkiye kapalı, bağımsız, kendine yeterli ve İslami bir kültür yerleştirmekti.Nitekim Humeyni şu açıklamayı yapmıştı: “Bunlara okuma-yazma öğretirken, çalışmaya bir yön vermek, okuma-yazma bilmeye, Tanrı için ve halka, Allah’a ve İslam’a hizmet etmek için bir anlam kazandırmak gerekir.” Bu amaç somut olarak matematik derslerinde bile İslam Devrimi’ne atıfta bulunma şeklinde dile gelmiştir. “bir şehit artı üç şehit, kaç şehit eder?” İşte İranlı çocuklardan çözmeleri istenen bu tür problemlerdir.
Niceliksel bilanço cesaret verici değil: 1978’de sayımdan geçirilmiş olan okuma-yazma bilmeyenlerden ancak yüzde 2’si okuma-yazma öğrenmiş olduğu meydana çıktı. (Yukarıda Senegal’in uzak kabilelerinin eğitim şekline bir örnek oluşturur.)