Simülasyon Teorisi Nedir?
Simülasyon teorisi, teknolojik ilerlemelerle birlikte gelecekteki potansiyel etkilerini düşünen bir kavramdır. Bu teori, temelde evrenimizin bir simülasyon olduğunu öne sürer. Buna göre, yaşamın tüm yönleri, tanıdığımız her birey, deneyimlediğimiz gıdalar dahil, sadece 1’ler ve 0’larla kodlanmış bilgisayar bitleriyle meydana gelir.
Simülasyon teorisi, genellikle “her gördüğüne inanma” şeklinde özetlenen şüphecilik argümanıyla güçlendirilen bir düşünce biçimi olarak günümüze ulaşmıştır. Hatta, modern çağ öncesi filozoflar arasında Descartes ve Parmenides gibi düşünürlerin, simülasyon teorisine benzer görüşleri olduğu düşünülmektedir.
Bu teorinin en yaygın savunulan görüşüne göre, aslında bizler, insanlığın çok daha gelişmiş bir evresi tarafından oluşturulan bir simülasyonun içinde yaşamaktayız. Bilgisayar teknolojisinin gelişimiyle paralel olarak daha fazla ilgi gören simülasyon teorisi, temel olarak üç temel varsayıma dayanır ve bu varsayımların bir sonucu olarak ortaya çıkar.
Simülasyon Teorisi Nasıl Ortaya Çıktı?
Bu argümanlar, 2003 yılında İsveçli filozof Nick Bostrom tarafından öne sürülmüştür. Neredeyse %100’e yakın bir olasılıkla bir simülasyonun içinde yaşadığımızı iddia etmektedir. Gelecek nesillerin ulaşabileceği tahmin edilemeyecek bir teknoloji seviyesine ulaşacak olmaları nedeniyle, kendi geçmişlerine dair bir simülasyon oluşturma eğiliminde olabilecekleri fikri üzerine dayalıdır. Nick Bostrom, bu nedenle gerçek evrende yaşama olasılığımızın, milyonlarca farklı simülasyonun içinde yaşama olasılığımızdan çok daha düşük olduğunu savunmaktadır.
Simülasyon Teorisi İle İlgili Varsayımlar
Simülasyon teorisi ile ilgili öne atılan varsayımlar şu şekildedir;
1) Her Şey Simüle Edilebilir Olmalıdır
Simülasyon teorisini çürütmek için en temel yaklaşım, evrende simüle edilemeyecek bir varlığı keşfetmek olacaktır. Mevcut teknolojik ilerlemeler ve gelecekteki öngörülere göre, yeterli veriler sağlandığında evrende simüle edilemeyecek bir oluşum düşünülmüyor. Bu durum bizi ikinci bir varsayıma götürmektedir.
2) İnsanın Yeri Evrende Özel Olmamalıdır
İkinci varsayıma göre, bir simülasyonda yaşadığımızı kanıtlamak için insanlığın evrende özel bir konumda bulunmaması gerekmektedir. Özel varlıklar olmadığımız sürece, bu durum bir yaratıcıya işaret edebilirdi. Bununla birlikte, evrim teorisi gibi mekanizmaların işleyemediği ve bilincin kendiliğinden oluşamayacağı varsayımına dayanmak, temelde birinci varsayımla çelişeceği için simülasyon teorisini yine de geçersiz kılardı. Şu ana kadar bildiğimize göre, evrende özel bir konumumuz yok. Bizler, trilyonlarca gezegenin olduğu bu geniş evrende sadece biri üzerinde yaşayan canlılar olarak yer alıyoruz.
3) Teknoloji, Yıkıcı Yönde İlerlememelidir.
Teknoloji önü kesilemez bir hızda ilerlemeye devam ederse, yaşadığımız evrenin karmaşıklığını aşan bir simülasyonun oluşturulması neredeyse imkansız hale gelirdi. Teknolojinin yıkıcı gelişimi, insanlar arasındaki ölümcül çatışmalara ve türümüzün tarih sahnesinden silinmesine yol açardı. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan trajediler, insanlığın toplu bir yıkıma yol açabilecek adımlardan kaçınmaya başlamasına neden oldu. Her gün, teknolojinin askeri amaçlardan çok günlük kullanıma yönelik olarak geliştiğine şahit oluyoruz.
4) Sonuç: Bir Simülasyondayız!
Eğer bu üç varsayımı kabul ediyorsanız, mantıklı bir şekilde bir simülasyonun içinde yaşadığımız gerçeğini de kabul etmelisiniz. Çünkü; eğer evrendeki her şey simüle edilebiliyorsa, insanın özel bir konumu olmadığı ve kendimizi yok etmediğimiz sürece, gelecekte muhtemelen kendi tarihimizi simüle etme isteği doğacaktır. Bu noktaya ulaşan her medeniyetin oluşturduğu bir simülasyonun içinde yaşama ihtimalimiz, gerçek bir evrende yaşama ihtimalimizden daha yüksektir.